16 Mart 2012 Cuma


Neredeyse bir hafta olmuştu konuşmayalı. Aralarda arayıp sesini duyurmasaydı kim bilir hangi hastanelerde olacaktı. Sanki onunla konuşmadığı her an bir iç isyan yaşıyordu. Kalbi isyan ediyor onsuzluğa. Boşluğa bırakılmış küçük bir kağıt parçası gibi hissediyordu. Yavaş yavaş aşağılara doğru süzülen bir parça.

Az kalmıştı aslında. Her an gelebilirdi, her an görebilirdi onu. Dakikaları sayıyordu sabırsızlıkla. Tabi bu arada kaç tane sigara içti hatırlamıyordu bile. Önemi yoktu onun için içilen sigaraların. Sigara demişken; bir tane daha sigara çıkardı paketinden. Onun verdiği çakmakla yaktı. O çakmağı her kullandığında sanki çıkan alev Sıpa’sının suretinde oluyordu. Ne de tatlı bir görüntüydü o. Saatlerce izleyebilirdi ancak kapattı ve cebine koydu çakmağını. Hüzün ve heyecanla karışık bir şekilde bir nefes aldı sigarasından.

Tüm haftası gri geçmişti. Öyle ki gökyüzü onun hüznüne ortak oluyormuşçasına kara bulutlarla kapatmıştı kendini. Ağaçlar sanki ona ayak uydurmak istercesine yapraklarını bırakıyorlar, yalnız kalıyorlardı. Onlar da üşüyordu. Belki biraz sitemi vardı ancak bunu dile getirecek gücü yoktu bile. Önemli olan tek şey onu görmekti şu anda. Sıpa’sına olan özlemini biraz olsun gidermekti onemli olan.

Öylesine özlemişti ki bütün bir hafta boyunca gönderdiği hikayeyi okumuştu. Tekrar, tekrar ve tekrar okudukça her seferinde bir başka aşık olmuştu. Ve bir zamanlar sitem dolu olduğu “özlem” duygusuna şimdi minnettardı.  Çünkü Sıpa’nın yazdığı son cümle aklına kazınmıştı. “Ve onu öylesine seviyordu ki… Onu özlemeye dahi aşıktı. Çünkü özlem, o kokuyordu.”